Kıdem Tazminatında reform yapılacağı Yeni Ekonomi Programında yer aldığından beri reformun nasıl yapılacağı merak ediliyor. Daha önce gündeme gelen taslaklarda Brezilya, Avusturya, Şili, İtalya gibi kıdem tazminatının fon şeklinde uygulandığı ülkelerin ismi pek çok kez gündeme gelmişti. Bu ülkedeki modellerin örnek alınabileceği konuşulmuştu. Yeni Ekonomi Programında bireysel emeklilik sistemi ile kıdem tazminatının entegre edileceği ifade edilince Güney Kore’de uygulanan modelin örnek alınabileceği gündeme geldi. Peki, Güney Kore’de sistem nasıl işliyor, Türkiye’deki mevcut sistem ile benzerlikler ve farklılıklar ne, Güney Kore’deki sistemin bazı unsurları Türkiye için uygulanabilir mi?

Güney Kore Karşılaştırma İçin Doğru Örnek mi?

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, çalışma hayatındaki tek bir uygulamayı, başka bir ülke ile karşılaştırmak eksik ve hatalı değerlendirmelere neden olabilir. Çalışanların refahını sağlayan uygulamaların tamamı üzerinden bir değerlendirme yapılması gerekir. Yani Güney Kore’deki kıdem tazminatı sistemi değerlendirilirken, Güney Kore’nin ekonomik durumu, gayri safi yurt içi hasılası, işsizlik sigortasının cömertliği gibi unsurlar birlikte değerlendirilmelidir. Aksi taktirde yalnızca kıdem tazminatı üzerinden yapılacak bir karşılaştırma eksik kalacağı gibi kıdem tazminatının toplumsal ve kültürel boyutunun ve taşıdığı anlamın dışlanmasına neden olacaktır. Örneğin ülkemizde kadın çalışanlara sağlanan evlendikten sonra bir yıl içerisinde istifa ederek kıdem tazminatı alma hakkının toplumsal bir boyutu bulunuyor. Çalışma hayatında bu tip toplumsal değer taşıyan hususların etraflıca değerlendirilmesi şart.

Güney Kore 50 Milyon nüfuslu, OECD ülkeleri içerisinde yüksek gelirli ülkeler içerisinde yer alan, kişi başına düşen milli gelirin 37 Bin 142 Dolar olduğu, yüzde 10’luk bir sendikalaşma oranının söz konusu olduğu, işsizlik sigortasının Türkiye’den daha az cömert olduğu ve enformel ekonominin toplam içerisindeki payının yüzde 27,5 civarında olduğu bir ülke. Dolayısıyla kişi başına düşen milli gelir dışında, sendikalaşma oranı ve enformel ekonomi konusunda Türkiye ve Güney Kore’nin önemli benzerliklerinin olduğu söylenebilir. Diğer yandan Türkiye’deki işsizlik sigortasının işsizlik ödeneği anlamında cömert, ancak hak kazanma koşulları bakımından katı olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Kore Ne Zaman Reform Yapmış?

Güney Kore’de kıdem tazminatı reformu 2005 yılında reform yapılmış. Bu tarihte yapılan reform ile işten çıkış halinde ödenen kıdem tazminatı, işyeri temelli bir fona çevrilmiş. İşverenlerin kendisine bağlı en az bir yıl çalışan işçiler için fon şeklinde yürüttükleri bir yapı hayata geçirilmiş. Bu sistem hayata geçince 1953’ten beri uygulanan ve Türkiye’de şu an için uygulanan sistemde olduğu gibi hem işsizlik sigortası, hem kıdem tazminatı fonksiyonu gören sistem terkedilerek emeklilik halinde elde edilen bir tazminat modeline geçiş yapılmış. 1995 yılında Kore’de işsizlik sigortası uygulanmaya başlanmış ve 2005 yılında da kıdem tazminatında reform yapılmış. Kore’de kıdem tazminatının işyeri temelli bir fon sistemine dönüştürülmesinin arkasında yatan en önemli neden ise emekli aylıklarının giderek düşmesi ve emeklilerin gelirlerinin düşmesi olmuş. Dolayısıyla şu an Türkiye’nin bulunduğu durum ile benzer nedenlerle reformu gerçekleştirildiğini söylemek mümkün.

Sistem Nasıl İşliyor?

Kore’deki sistem tamamen fon şeklinde işliyor. İşverenler kendilerine bağlı olarak haftada en az 15 saat ve en az bir yıl çalışmış işçiler için emeklilik planları başlatıyorlar. Bu planlar çerçevesinde çalışanların, çalıştıkları her bir yıl için en az bir aylık brüt ücret tutarında gelir elde etmeleri garanti altına alınıyor. Çalışanlar isterlerse kendileri de bireysel emeklilik fonları açarak sistemde kendi adlarına biriken parayı artırabiliyorlar. Dolayısıyla bireysel emeklilik sözleşmeleri ile işverenlerin ödedikleri primler ile büyüyen zorunlu emeklilik sözleşmeleri birlikte değerlendirilebiliyor. Yeni Ekonomi Programında belirtilen entegrasyon ve bireysel hesaba dayalı sistem Kore’de uygulanıyor. Bu sayede ülkede emeklilik fonları önemli bir büyüklüğe ulaşmış durumda.

İşverenlerin ödedikleri zorunlu emeklilik primindeki en kritik nokta çalışanların emeklilik planlarında biriken paranın çalıştıkları her bir yıl için en az bir aylık maaşları karşılığı olmasının garanti edilmesi. Dolayısıyla işverenler hesaplara bu çerçevede belirlenen tutar kadar prim ödüyorlar. Bu husus Türkiye’de de uygulanırsa sendikaların fona yönelik tutumları değişebilecektir. Sendikalar kıdem tazminatının fona dönüştürülmesine en çok bir yıl çalışma karşılığı bir aylık brüt ücret tutarındaki tazminatın sağlanamayacağı nedeniyle karşı çıkıyor. Fon sisteminde bir yıllık çalışma karşılığı bir aylık ücret tutarındaki tazminatın korunacağı garanti altına alınırsa sosyal tarafların mutabakatı sağlanabilir.

Çalışan Ne Zaman Fonda Biriken Parayı Alabiliyor?

Kore’de çalışanlar işverenleri tarafından açılan emeklilik planlarında biriken tutarı emekli olduklarında alabiliyorlar. Dolayısıyla Kore’de kıdem tazminatı yalnızca emeklilik halinde elde edilebilen bir hak durumunda ve bir tazminattan ziyade ikinci bir emekli aylığı gibi uygulanıyor. Bunun bir tek istisnası çalışanın ev alacak olması ve uzun süreli hastanede yatması gereken bir hastalığının bulunması. Bu noktada eğer Kore modeli tercih edilecek ise Türkiye’de kıdem tazminatının işsizlik halinde gelir sürekliliği sağlama fonksiyonu ortadan kalkacağı için işsizlik sigortasından daha fazla kişinin yararlanmasını mümkün kılan bir düzenlemenin yapılması gerektiği görülüyor.

Geçiş Nasıl Sağlanmış?

Kıdem tazminatında reform yapılırken sosyal tarafların özellikle fonksiyon değişikliği nedeniyle reforma direnç göstermesi söz konusu oluyor. Bu durum Kore’de de yaşanmış. Özellikle 2005 yılında reform hayata geçtiğinde mevcut çalışanlar için tercih hakkı tanınması nedeniyle yeni sisteme katılım düşük oranda kalmış. İlk etapta yalnızca çalışanların yüzde 26’sı yeni sisteme geçmeyi tercih etmiş. Bu durumun aşılması için işverenlerin çalışanları için ödedikleri primleri kurumlar vergisinden muaf tutulmasına yönelik düzenleme yapılmış. 2011 yılında yapılan bu düzenlemeden sonra sisteme katılımın artması söz konusu olmuş. Dolayısıyla Türkiye’de de bu yönde bir düzenleme yapılması gerektiği görülüyor. Bu noktada devlet katkısı ve fona devlet güvencesinin de gündeme gelmesi gerekecektir.

 

Kıdem tazminatı konusu yeniden gündemde. Reform, bireysel emeklilik sistemi ile entegrasyon ve fon önümüzdeki dönemde en çok duyacağımız kelimeler haline geldi. Çok kısa birkaç soruyla konuyu özetlersek fonun hayata geçip geçmeyeceğini tahmin etmek mümkün olabilir.

  1. Kıdem tazminatında reforma gerek var mı?

Kıdem tazminatı konusunda mevcut sorunları çözebilecek bir reform gerekli. Kıdem tazminatının daha fazla işçi için erişilebilir olması, kıdem tazminatının hesabı ve tahsilatındaki sorunları ortadan kaldırıcı, tazminatı güvence altına alacak bir reform bütün tarafları memnun edecektir.

  1. Kıdem tazminatında reformu kim, neden istiyor?

Kıdem tazminatında reformu en çok devlet istiyor. Bunun da en önemli nedeninin ekonomiye fon kazandırmak olduğu anlaşılıyor. Bu durum da işçi kesimini en çok rahatsız eden nokta aslında. İşçi kesiminde ise bölünmüş bir yapı var. Türk – İş daha önce pek çok kez bu konuyu “kırmızı çizgi” olarak ifade etmişti. Ancak zaman içerisinde hak kaybı olmadan bir fon oluşturulabilir gibi açıklamalar geliyor Türk – İş tarafından. DİSK tam anlamıyla fona karşı. Hak – İş ise fon ile ilgili endişelerini belirtti. Sendikalar genel anlamda üyelerinin mevcut haklarından geriye gidiş doğurabilecek bir düzenlemeye imza atmamak yönünde tavır gösteriyorlar ve bu son derece normal. Ancak sendikaların örgütlülük düzeyi çok düşük. Dolayısıyla kıdem tazminatı konusunda işçi sendikalarının üyelerinin memnun edilmesi konunun çözümü anlamına gelmiyor. Bu nedenle mevcut sistemin sorunlarını bütün işçi kesimi açısından çözecek bir yapı ortaya çıkarsa sendikaların tavrı değişebilir. Bunun da en önemli şartı fon oluşturulacaksa fona devlet güvencesi getirilmesi gibi duruyor. Aksi taktirde işçi sendikaları haklı olarak konuya muhalefet edecektir. Bunun yanında fona devlet katkısı da kaçınılmaz. Aksi taktirde zaten hak kaybı doğurmayacak bir yapının oluşturulması mümkün değil. İşveren kesimi yalnızca kendisinin prim ödediği bir fona razı gelmeyecektir. Diğer yandan işveren kesiminin bu konuda “nasıl olsa fon hayata geçmez” düşüncesiyle bugüne kadar fonu destekler tavır aldığını düşünüyorum. İşveren kesiminin işçisini işyerinde tutmayı zorlaştıracak, çalıştırdığı her işçi için her ay prim ödeyeceği bir sisteme taraftar olması çok akla yatkın gelmiyor. Bu nedenle şu an fonun önündeki engel işçi sendikaları gibi gözükse de, işveren kesiminin de fona taraftar olacağını zannetmiyorum.

  1. Kıdem tazminatının fona dönüştürülmesi için nasıl bir takvim öngörülüyor?

Yeni ekonomi programında kıdem tazminatı reformu için takvim yıl sonu olarak belirlenmiş durumda. Ayrıca tüm paydaşların katılımı da programda vurgulanmış. Bu nokta çalışma hayatının en hassas konularından birisi olan kıdem tazminatı hakkında bütün sosyal tarafların mutabakatının aranacağını net bir şekilde işaret ediyor. Kıdem tazminatının fona dönüştürülmesi ile ilgili olarak geçtiğimiz yıllarda kanun taslakları hazırlanmış ve bazı taslaklar sosyal taraflarla paylaşılmıştı. Hatta uzun yıllar sonra toplanan Çalışma Meclisinde konu değerlendirilmişti. Ancak sosyal taraflar bir metin üzerinde mutabakata varamayınca konu rafa kalkmıştı. Bu nedenle kıdem tazminatı reformu konusunda adım atmak için acele edilmemesi çok önemli. Özellikle işçi kesimi daha önce pek çok kez kıdem tazminatını “kırmızı çizgisi” olarak ifade etti. Bu hassasiyetler dikkate alınarak, geniş katılımlı ve şeffaf bir süreç yürütülerek reformun hayata geçirilmesi çok kritik.

  1. Nasıl bir fon hayata geçirilmeli?

Kıdem tazminatı reformu çerçevesinde kıdem tazminatının fona dönüştürülmesi gerçekleşecek ise bu konuda mevcut sistemin sorunlarını aşacak bir yapının oluşturulması gerekiyor. Mevcut sistemde işçilerin en büyük endişesi kıdem tazminatına hak kazansalar dahi işverenden bu parayı tahsil etmek oluyor. Bunun yanında işverenlerin pek çok kez işçilere kıdem tazminatı ödememek için gerçek nedenlerin dışında nedenlerle işten çıkarttığını biliyoruz. Bu durum hem işçilerin hak kaybı yaşamasına, hem de mahkemelerin ve arabulucuların iş yükünün artmasına neden oluyor. İş mahkemeleri ve arabuluculuk çerçevesindeki iş uyuşmazlıklarının çok önemli bir bölümü kıdem tazminatı konusunda. Ayrıca kıdem tazminatının hesaplanması konularında da işçi – işveren uyuşmazlıkları yaşanıyor. Hayata geçirilecek fon sisteminde işçilerin bu endişelerinin önüne geçilmesi ve işçi ile işvereni uyuşmazlığa itecek nedenleri ortadan kaldırıcı yapının kurulması gerekiyor. Dolayısıyla bireysel hesaba dayalı, şeffaf bir fon yapısının kurulması çok önemli. Bu sayede işçiler, kıdem tazminatı fonunda biriken parayı görebilecek, kıdem tazminatım ödenir mi, ödenmez mi, ya da eksik mi ödendi endişesi yaşamayacaktır. Bireysel hesaba dayalı bir fon yapısının kurulması bu açıdan çok kritik. Fonun elektronik alt yapısının da sağlam kurulması sağlanmalı ve işçiler kendi adlarına fonda biriken parayı sürekli bir şekilde takip edebilmeliler. Ayrıca işten ayrılış sebebinin kıdem tazminatına hak kazanma konusunda etkisinin olmamasının sağlanması işçilerin işgücü piyasasında daha mobil hale gelmesini ve yalnızca kıdem tazminatını kaybetmemek adına mutsuz olduğu bir işyerinde çalışmaya devam etmemesini sağlayacaktır. Ancak bu noktada işverenlerin işçi tutma konusundaki endişelerini giderici ve aynı işverene bağlı uzun süre çalışmayı teşvik edici uygulamaların sisteme dahil edilmesi de gerekiyor. Bu sayede denge sağlanacak ve çalışma hayatında verimlilik ön plana çıkacağı gibi iş barışı da zarar görmeyecektir.

Kıdem tazminatı fona dönüştürüldüğünde fonun yönetiminin bağımsız olması, fondaki paraya devlet garantisi sağlanması da çok önemli. Ne yazık ki ülkemizde fon yönetimi konusunda yaşanan geçmiş tecrübeler olumlu olmadığı için, işçiler kıdem tazminatının fona dönüştürülmesi halinde fon yönetiminin iyi yapılamamasından endişe ediyorlar. Bu endişenin ortadan kaldırılması adına, fonun amacı dışında kullanılmayacağı ve fonda birikecek paraya devlet garantisi sağlanması konusunda gerekli düzenlemeler yapılmalı.

  1. Mevcut çalışanlar reformdan nasıl etkilenecek?

Kıdem tazminatı reformu çerçevesinde fon sistemi hayata geçerse, bu konuda bir tarih belirlenmesi ve bu tarihten sonra işe girenlerin kapsama alınması söz konusu olacaktır. Hali hazırda çalışan kişiler için ise şu anki düzenleme olan 1475 sayılı İş Kanununun 14. Maddesi uygulanmaya devam edecektir. Diğer yandan düzenleme hayata geçmeden önce çalışmaya başlayanlar için tercihli bir sistem de öngörülebilir. Dolayısıyla belirlenen takvime sadık kalınabilir ve yılsonunda fon sistemi hayata geçerse, 2020 yılından itibaren işe giren çalışanlar için fon sistemi uygulanacaktır. Bu tarihten önce çalışmaya başlayanlar için ise ikili bir ayrıma gidilebilir. Mevcut sistemde aynı işverene bağlı olarak en az bir yıl çalışması bulunan kişiler kıdem tazminatına hak kazanabiliyor. Fon hayata geçtiğinde henüz kıdem tazminatına hak kazanmamış işçiler, işverenleri ile anlaşarak fon sistemine dahil olabilirler. Kıdem tazminatına hak kazanmış işçiler için de tercihli bir yapı öngörülebilir. Ancak her halükarda fon belirlenen tarihten sonra ilk kez çalışmaya başlayan kişilere otomatik olarak uygulanacak, hali hazırda çalışan kişiler için hak kaybı sağlanmayacaktır. Hali hazırda çalışan ve kıdem tazminatına hak kazanmış işçiler için fona geçişi cazip kılacak düzenlemeler öngörülebilecektir.

  1. Bireysel emeklilik sistemi ile entegrasyonun amacı ne?

Yeni Ekonomi Programında kıdem tazminatı fonunun bireysel emeklilik sistemi ile entegre edileceği yönünde bir ifade bulunuyor. Bu ifadenin nasıl hayata geçirileceği önümüzdeki günlerde netleşecektir. Bireysel emeklilik sisteminde sağlanan devlet desteği ile çalışanların hesaplarında biriken tutarlara, kıdem tazminatı fonundaki miktarın da eklenmesi öngörülüyor ise bu durumda işçilerin daha yüksek birikim elde etmeleri söz konusu olacaktır. Bu açıdan fon işçiler açısından daha cazip hale gelebilir. Diğer yandan bireysel emeklilik sistemi, otomatik katılımlı bireysel emeklilik sistemi ve kıdem tazminatı çerçevesinde adına hesapları olan bir işçinin her üç hesabı birlikte takip edebileceği bir entegre yapı sağlanması gerekliliği de ortaya çıkacaktır. Bu çerçevede finansal entegrasyonu üst düzey sağlanmış bir yapının hayata geçirilmesi kritik. Bireysel emeklilik sisteminde hali hazırda yetkili şirketlerin kıdem tazminatı fonu ile entegrasyonunun ne şekilde sağlanacağı ve bu iki yapının birlikte yönetimi konusundaki yetki belirlemesi de fon hayata geçirilirken mesai harcanacak konular arasında yer alıyor. Diğer yandan özellikle asgari ücret ile asgari ücretin biraz üzerinde ücretlerle çalışan işçilerin zorunlu ve bireysel emeklilik sistemi çerçevesinde bir sözleşmeleri bulunmuyor ise entegrasyon çerçevesinde finansal birikim sağlanacak destekten yararlandırılmasının sağlanıp sağlanmayacağı da çok önemli olacaktır. Bu durumda entegrasyondan işçinin fayda sağlaması fonu cazip kılacaktır.

  1. Hak kaybı olmadan fon hayata geçirilebilir mi?

Kıdem tazminatı fonu konusunda daha önce hazırlanan kanun taslaklarında mevcut sistemden farklı olarak yalnızca emeklilik ve birkaç istisnai durumda işçilerin kıdem tazminatı fonunda biriken paraları alması öngörülmüştü. Bu çerçevede hazırlanan taslaklardaki birikim senaryoları işçilerin 15 – 20 – 25 yıl gibi sürelerde çalışmaları halinde mevcut sistemdeki hakları olan her bir yıl için 30 günlük brüt ücret tutarındaki tazminatlarını koruyamadıkları görülmüştü. Bu sorunun aşılması için bireysel emeklilik sistemi ile entegrasyon veya devlet katkısı ile desteklenmiş bir yapı hayata geçirilir ise hak kaybı doğmadan fon hayata geçebilir. Diğer yandan işçi kesiminin bu konudaki hassasiyeti dikkate alınarak, finansal okur yazarlık seviyesi fark etmeksizin, bütün işçilerin en alt seviyede dahi hak kaybı yaşamayacağı bir sistemin hayata geçirilmesi sağlanmalı. Bu sağlanamayacak ise bu konudaki diğer enstrümanların nasıl kullanılacağı konusunda sendikalara yetki verilmeli ve sendikaların bu konuda etkin görevler üstlenmesi sağlanmalı.

Fon işçilerin hak kaybına ve istihdam daralmasına neden olmadan hayata geçirilebilir; daha fazla işçinin tazminata erişebilmesi, şanslı azınlık yerine bütün işçilerin kıdem tazminatından yararlanabilmesi, birikimlerin sürekli bir şekilde takip edilebilmesi, işçi – işveren uyuşmazlıklarının azalması sağlanırsa tam anlamıyla bir reform olacaktır. Reformun hedefleri bu şekilde belirlendikten sonra çalışma hayatının sosyal tarafları masada bütün durum ve senaryoları değerlendirip bu yapıyı oluşturabilecek metni ilgili bütün kamu kurum ve kuruluşları ile birlikte hazırlayıp değerlendirerek reform metni hayata geçirilebilecektir.

 

 

107676fft5_mf745510

Sosyal politika, akademik literatürde tanımlandığı şekliyle refah ve refahın geliştirilmesi, bütün vatandaşlar için daha iyi yaşam koşulları sunmak ve refaha ulaşım kanallarını geliştirmek anlamına geliyor[1]. Sosyal politikanın tanımları çeşitlendirilebilir. Ancak önemli olan, sosyal politikanın merkezinde refahın bulunduğudur. Yani sosyal politikanın temel mantığı refah ve refahın geliştirilmesidir. Bunun için refahın bileşenlerinin ortaya konması, bu bileşenler üzerinden refah kriterlerinin belirlenmesi ve ölçülmesi gibi akademik çalışmalar sıklıkla gerçekleştirilmektedir.

Ancak belki de sosyal politika alanında çalışan akademisyenler olarak en büyük eksikliğimiz, akademik olarak araştırdığımız sosyal politikanın uygulama bölümünde yeterince etkin olamamamız. Çünkü neredeyse 1,5 yıldır ülkemizde ciddi bir sosyal sorun var fakat bu konunun yalnızca siyasi boyutu tartışılıyor. Sosyal politika açısından üretilmiş bir politika bileşeni veya uygulama önerisi yok. Varsa da ben yeterince takip edemedim. Diğer yandan yine Pete Alcock’un ve Hartley Dean’ın söylediği gibi evet sosyal politika sadece sosyal sorunlardan ibaret değildir. Ama refahın paylaşılmasının ve dağıtılmasının önünde ciddi bir sosyal sorun varken, akademinin bu soruna çözüm üretmek konusunda bürokrasinin gerisinde kalması ve bu durumun ilk kez yaşanmıyor olması maalesef ciddi bir sorun.

Sosyal politika en genel manada refahı geliştirmeye çalışırken, refahın gelişiminin önündeki sosyal sorunları da ortadan kaldırmayı amaçlar. Sosyal sorun ise toplumun mevcut durumunun ve birey ile toplum arasındaki ilişkilerin toplum vicdanında bir huzursuzluk yaratması olarak tanımlanıyor[2]. Bu perspektiften baktığımızda ülkemizdeki en büyük sosyal sorun Suriyeli göçmenlerin durumudur. Meselenin siyasi boyutu başka bir tartışma konusu. Ama sosyal sorun tanımından hareketle meseleye baktığımızda, sosyal sorunun alasının bu olduğunu görürüz.

Toplumun mevcut durumu, huzursuzluk yaratıyor. Her açıdan bir huzursuzluktan bahsediyoruz. En basitinden, Osmaniye’de ilk ağızdan duyduklarım mesela. Şanlıurfalı kadınların, Suriyelilere düşman olması. Şanlıurfa’da halen çok eşlilik sürüyor. Artık Şanlıurfalı kadınlar ikinci veya üçüncü eş olmayı kabul etmiyorlar. Peki ya Urfa’ya yeni gelen ve hayatta kalma mücadelesi veren eşini iç savaşta kaybetmiş Suriyeli kadınlar. Onlar için bu bir tercih değil zorunluluk.

Yine Gaziantep, Kilis gibi sınır illerinde “ben fidan taşıtmaya adam bulamazdım, Allah Suriyelilerden razı olsun karın tokluğuna çalışıyorlar” laflarının gırla gitmesi. Devamında Suriyeli bir kiracının ev sahibini öldürmesi ile tırmanan gerilim. Yani artık ortada akut bir sorun var. Bu sorun gün geçtikçe de artacak.

Diğer yandan birey ve toplum arasındaki ilişki de toplum vicdanında huzursuzluk yaratıyor. Suriyelilere sağlanan en ufak bir hizmetin, toplumun önemli bir kesimi tarafından farklı değerlendirilmesi durumu söz konusu. Bu yüzden mesele çok hassas ve günlük çözümler ile değil geniş bir perspektiften ele alınarak tartışılması gerekiyor.

Türkiye aslında benzer bir durumu Sovyetlerin dağılması sonrası Karadeniz bölgesinde yaşamıştı. Ailelerin parçalanmasına kadar giden sosyal sorunlar söz konusu olmuştu. Fakat bu kez hem göçmenlerin sayısı daha fazla, hem de sorun büyüyerek devam ediyor. Öyle ki, Gaziantep gibi illerde Suriyeliler ekonomik unsurları belirleyici konuma geldiler. Bir yandan da, Suriyeliler konusunda ikiyüzlü tavrın bırakılması gerekiyor. Örnek mi. Önce Suriyelilere evleri iki misli fiyata kiralayıp, daha sonra Suriyelilerden rahatsız olmak gibi. Bu yüzden ne yazık ki, istismar ve huzursuzluğun bir arada yaşandığı sorunun çözümü için kalıcı ve sonuç doğurucu önlemlere ihtiyaç var.

Suriyeliler konusunda idarenin aldığı kararlar ve tekrar kamplara döndürmek ne yazık ki mümkün gözükmüyor. Çünkü evet büyükşehirlerde farklı bir konumda görülen Suriyeliler, sınır illerinde çok daha farklı bir konumdalar. Bu yüzden soruna kalıcı bir çözüm üretmek gerekiyor. Meselenin siyasi boyutunu bir kenara bırakıp, göçmenlerin asgari yaşam koşullarının sağlanmasına, toplumdaki huzursuzluğu ortadan kaldıracak önlemlerin alınmasına ve bu önlemlerin kararlılıkla uygulanmasına ihtiyaç var. Aksi taktirde bu sorun daha da büyüyerek ve çok farklı boyutlara ulaşarak sürecektir.

 

 

[1] Pete Alcock, Social Policy in Britain.

[2] Kamil Turan, Kooperatifçiliğin Sosyo Politik Yapısı.

Soma’daki kaza sonrası iş sağlığı ve güvenliği alanındaki eksikler, madenlerdeki taşeron kullanımı, rödövans sistemi hakkında pek çok platformada bir şeyler söylemeye çalıştık. Fakat belki kargaşada çok da anlaşılır olmadı. Aradan vakit geçtikçe daha önce iş sağlığı ve güvenliği alanındaki eksikler olarak ifade ettiğimiz durumların ne yazık ki çok ciddi boyutta olduğu da görüldü. Soma konusunda bugüne kadar ifade etmeye çalıştıklarımı bir araya getirdim. Yeniden aynı hatalara düşmeyelim, daha fazla can gitmesin, bir yerden başlayıp sorunları çözebilmek adına bir adım atılabilsin diye kendi üzerimize düşen bir şey varsa yapabilmek için. Tekrar Soma’da hayatını kaybeden madencilerimize Allah’tan rahmet, geride kalanlara ise sabırlar diliyorum.

İŞ GÜVENLİĞİ BİLİNCİ ARTMADIKÇA SORUNU ÇÖZEMEYİZindir

BİR AVUÇ KÖMÜR İÇİN DAHA FAZLA ÖMÜR GİTMEDEN indir

“DEVLET HAKKI”‘NI İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ ÖNLEMLERİNE HARCAMALARI VE İŞÇİLERE HELAL ETMELİ indir

“DAYIBAŞI”: ÖLÜMÜNE KÖMÜR ÇIKARTMAK indir

Hakan Özkan’dan samimi ve doğrudan gerçek duyguları ifade edecek şekilde hazırlanmış bir Erasmus deneyimi. Tüm öğrencilerimizin bu fırsattan yararlanabilmesi ve kafasında “acaba” sorusu olanlar için kendisinden rica ettim beni kırmayarak bu deneyimini özetlemeye çalıştı.

 

Adsız

Aslında Erasmus deneyimimi değerlendirmem gerektiğinde, bunu tanımlayacak tek sözcük “şahane” oluyor.  Gazi Üniversitesi İktisat, Kamu Yönetimi çift anadal öğrencisiyim. Erasmus sınavlarını takip eden arkadaşlar bilirler, özellikle iktisadi ve idari bilimler fakültesinde erasmusa gidebilmek için, not ortalamanız ve dil puanınızla fark yaratmanız gerekiyor. Ben de ancak 3. Denememde, 4. Sınıf güz döneminde Polonya, University of Lodz’u kazanarak başarabildim.

Adsız1

Okul hayatına başladığınız andan itibaren dilinizi geliştirmek, yeni kültürler öğrenmek ve Avrupa’yı gezebilmek için muhteşem bir fırsat olan Erasmus programı sanırım birçoğumuzun hayaliydi. Aslında çift anadal sürecimin başlaması ve ders yoğunluğumla beraber, erasmus dil sınavına girmeden önceki tek amacım, okulumu bitirmek ve iş sınavlarına yoğunlaşmaktı. Ancak benim için sınavı kazandığım andan itibaren Avrupa’yı böyle deneyimleyecek olma fırsatınız göz ardı edilmeyecek kadar büyük oldu.

Adsız2

Tüm bu düşünceli süreçlerden sonra, kabul mektubu, bürokratik işlemler, vize işlemleri, uçak bileti, valiz hazırlama derken, 31 Ağustos 2013 günü Polonya’ya uçtum. Hayatımda ilk kez uçağa biniyordum ve ilk uçuşum yurt dışınaydı. Hayatının tamamını Ankara’da geçirmiş biri olarak, ilk defa Ankara haricinde bir şehirde bu kadar uzun yaşayacaktım. Uçağa binmeden önceki heyecanım, yurda yerleşene kadar devam etti. Varşova’ya indikten sonra, hayatımda adını duymadığım, haritada sorsanız gösteremeyeceğiniz, Varşova’ya iki saat mesafede olan Lodz’a geçtim. Ayrıca adını bile söyleyemiyormuşum. “Lodz” diye değil Lehçe’de “Vuuc” diye okunuyormuş. Lodz’un endüstri şehri havasından kurtulamamış binaları, Sovyet etkisinde kalmış mimarisi açıkçası sizi kendine çekmiyor ve etkilemiyor. Ankara’nın daha güzel olduğunu düşünüyorsunuz ilk izlenimlerinizle.

Ancak adaptasyon sürecim tamamlandıktan ve sosyal çevremi oluşturduktan sonra, Lodz yıllardır yaşadığım şehirmiş gibi oldu, çok sevip benimsedim. İlk gün kaybolup, tramvayla yurttan yaklaşık bi 8, 9 durak saptığım şehirden, sonlara doğru yeni gelen birine yol tarif edebilecek kadar ilerleyerek ayrıldım.

Polonya değersiz parası, ucuz hayat koşulları, ucuz gece hayatı, ucuz alkol ile öğrenciler için bulunmaz bir fırsat. Euro üzerinden aldığınız hibe, Zloty olarak yaklaşık dört oluyor. Yani Polonya’da hibe alan bir erasmus öğrencisi iseniz, Polonya’nın zengini sizsiniz.

Adsız3

Uluslar arası öğrencileri birlikte kalmam, yeni insanlar tanımam, öğrendiğim tüm İngilizce kalıpları sokakta zorlandığımda “konuşmaya çalışmam” ile konuşma İngilizcem tahmin edemeyeceğim kadar ilerledi. Üstüne Lehçe’yi başlangıç seviyesinde öğrendim. Lehçe’nin kalanı çok fazla zaman gerektiriyor zaten.

Bunun dışında değişim programlarının vazgeçilmezi seyahatler. İspanya dışında gidebileceğim her yere gittim. Ryanair’in Avrupa içi uçuşlarında Polonya’dan Paris’e dahi 15 Euro’ya uçuş bulabiliyorsunuz. Sırt çantamda Polonya’dan yapıp doldurduğum sandviçlerle, Ankara’dan daha büyük şehirlerin tamamını Euro kullanmamak için yürüyerek gezerek, Hollanda’da gece tren istasyonunda yatarak, ucuz hostelde kalacağım diye 9 tane tanımadığım kişiyle aynı odada kaldığım anılarla dolu Erasmus seyahatlerimi tamamladım. Bu bahsettiklerim benim için yazarken bile gülümseyerek hatırlayacağım anılar oldu. Çünkü düşündüğünüzde üniversiteden sonra hiçbir zaman bu kadar sorumsuz, ucuz ve sefil gezemeyeceğiniz yerleri, hafta içi kimseye hesap vermeden gezebiliyorsunuz.

Derslerden bahsetmek gerekirse; Türkçe eğitimizden sonra İngilizce eğitim sizi her ne kadar korkutsa da, sıkıştığınız anda “I’m sorry, I’m an Erasmus” diyebiliyorsunuz ve işe yarıyor. Dersler sunum ve deneme ağırlıklı gidiyor, aldığım 6 dersten sadece 3 üçünden final sınavına girdim. Kalanlarından sunum yaparak ve deneme yazarak en yüksek notla geçtim.

Erasmus yapacak arkadaşlara Doğu Avrupa ülkelerini kesinlikle öneririm. Erasmus ben ne kadar anlatsam da deneyimlemeden tadını anlayamayacağınız bir program. Bambaşka bir hayatı, bambaşka bir ülkeden yaşıyorsunuz. Vizyonunuz ve hayata bakışınız fazlasıyla değişiyor, aslında öğrencilikten nasıl keyif alacağınızı öğreniyorsunuz. Hayal eden herkese, güzel erasmus maceraları diliyorum.

Hakan Özkan