Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Yüksek Lisans Programında yürütülen Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Politikaları Dersi içeriğine aşağıdaki linkte bulunan dosyadan ulaşabilirsiniz.
Ders kapsamında makale değerlendirmesinde makale seçimi yapılması sürecinde karışıklık olmaması ve öğrencilerin aynı makaleyi seçmesinin engellenmesi adına, tüm öğrenciler bu entry’nin yorum kısmına isimlerini ve seçtikleri makalenin ismini eklerlerse makale seçimi işlemini kesinleştirmiş oluruz. Daha önce kesinleştirme işlemi ile ilgili işlemleri e-mail ile yürütmüş öğrencilerin de aynı işlemi yaparak kesinleştirmelerini yapmaları gerekmektedir. Makale seçimi ile ilgili henüz iletişime geçmeyen ve makale seçmeyen öğrenciler [email protected] adresi ile iletişime geçebilirler.
GELİR DAĞILIMI ve YOKSULLUKLA MÜCADELE POLİTİKALARI DERS İÇERİĞİ
Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Politikaları dersi kapsamındaki ilk ödev teslim tarihi 4 Kasım 2013’e uzatılmıştır. Ders kapsamında e-mail veya şahsen makale seçimi yapan veya irtibata geçen öğrenci sayımız 13’tür. 9 Öğrenci makale seçimini kesinleştirmiş ve yorum kısmına ismi ile birlikte eklemiştir. 4 Öğrencimiz iletişime geçmiş ancak kesinleştirme işlemini gerçekleştirmemiştir. 5 Öğrenci dersle ilgili herhangi bir geri dönüşte bulunmamış ve 1 öğrenci de derse devam edemeyeceğini bildirmiştir. Dolayısıyla 13 öğrencimiz makale çevirisi ve sunum konusunda belirli aşama kaydetmişlerdir. Dolayısıyla ders takviminde sizlerden gelen talepleri de dikkate alarak 1 haftalık bir erteleme yapıyoruz. Ödev teslim tarihi 4 Kasım 2013’e kadar uzatılmıştır. Dolayısıyla 1 Kasım 2013 tarihinde ders yapılmayacaktır. 8 Kasım Tarihinde ödevlere ilişkin 3 arkadaşımız sunum yapacaktır. Bu tarihte ayrıca final ödevlerinin belirlenmesi gerçekleştirilecektir.
8 Kasım Tarihinde ödev sunumu yapmak isteyen ilk üç kişi yorum kısmına isimlerini yazarlarsa gönüllü arkadaşlardan başlayabiliriz. Eğer kimse gönüllü olmayacak ise sunumlara öğrenci numarası sırasıyla başlanılacaktır. Dolayısıyla Hande Güneri, Sinan Ekşi ve Aytekin Yalçın gönüllü olmaması halinde 8 Kasım 2013 tarihinde sunum yapacak öğrencilerimiz olacaktır.
SUNUM TARİHİ VE SUNUM YAPACAK ÖĞRENCİLER İLE İLGİLİ DUYURU
Vize ödevlerinin teslim tarihini bildiğiniz üzere daha önce uzatmıştık. 4 Kasım 2013 saat 17:30’a kadar e-maille [email protected] adresine veya 426 nolu odaya elden teslim edilecek ödevler dikkate alınacaktır.
İlk hafta yani 8 Kasım Tarihinde ise kimse gönüllü olmadığı için Hande Güneri, Sinan Ekşi ve Aytekin Yalçın’ın sunum yapmasını öngörmüştük. Ancak Hande Güneri derse devam edemeyeceğini bildirdi. Sinan Ekşi o tarihlerde Ankara dışında olacağını bildirdi.
8 Kasım tarihinde sunum yapacak üç kişinin öğrenci numarası sırasına göre Aytekin Yalçın, Esra Cankurtaran ve Ferudun Kaya olmasına karar verildi. Sunumlar vize notunun değerlendirilmesinde belirli oranda dikkate alınacaktır. Dolayısıyla ilk hafta sunum yapanların değerlendirilmesi farklılık arz edecektir.Sunumda sizden beklentimiz çevirdiğiniz makale ile ilgili değerlendirmelerde bulunmanız ve makalenin sonuç ve önerilerini tartışmanız olacaktır. Powerpoint kullanmanız mümkündür. 10 Slaytlık bir sunumu aşmamanız süre açısından olumlu olacaktır.
Annemin son kitabı “Mercan Öyküleri” hakkında Lacivert Dergisinde Ali Günay’ın yazdıkları.
MERCAN ÖYKÜLERİ: HEM YAŞAMDAN, HEM YÜREKTEN
Ali Günay
Bir-beş Mayıs 2013 tarihinde gerçekleştirilen 13. Ankara Öykü Günleri’nin panel başlıklarından biri “Öyküde Yazarın İzi-Yazarın kişiliği, yaşamından izler öyküye ne kadar giriyor?” bir diğeri ise “Öykü Hayata, Bedene, Suya Sabuna Dokunmalı mı?” başlığını taşıyordu. Bu başlıklar çerçevesinde Ü. Gülsüm Bülbül’ün “Mercan Öyküleri”(*) adlı öyküler toplamı için şunları söylemek olası:
Kitabı oluşturan 22 öykünün hemen hemen tamamında yazarın izini, yaşanmışlık olarak, tanıklık ya da duygusal paylaşım olarak duyumsamak olası. Ancak bu, batmayan, sırıtmayan, yalnızca kendini sezdiren, öyküler içinde erimiş, silikleşmiş bir iz. Ü. Gülsüm Bülbül, öykü kahramanlarının acılarına, sevinçlerine, heyecanlarına ortak olmayı, duygularını onlarla paylaşmayı seven bir yazar.
Öte yandan, hayata dokunmak bir yana “yaşamla bire bir örtüşen” (A. Kutlu) öyküler Ü. Gülsüm Bülbül’ün Mercan Öyküleri. Suya da sabuna da, farklı şekilde de olsa bedene de, ama en çok da yüreğe dokunan öyküler…
“İçindeki her şeyi çıkarmaya başladı. Bütün birikmiş öfkelerini, küskünlüklerini, hırslarını, kıskançlıklarını, nefretlerini, korkularını, acılarını ve en son umutlarını çıkardı, çıkardı, çıkardı…
İçinde saklı hiçbir şey kalmadı.
O, içindeki en son nefesi bile çıkarıp vermiş ama hiçbirimiz bunu fark etmemiştik.
Fark etseydik ‘en son nefes’i tutabilir miydik?” (s. 95)
Yukarıdaki “küçürek öykü” Ü. Gülsüm Bülbül’ün Mercan Öyküleri kitabının son -kısa- öyküsünün son bölümü, yani kitabın son satırları. Öykü, şöyle başlıyor: “Bir gün öyle bir şey olacak ki, yaşamımdaki her şey yavaş yavaş değişecek, evrilecek, dönüşecek.” Yazarın, doğrudan kendine dönük olduğu duygusu yaratan tek öyküsü bu.
Aşağıdaki alıntı ise, değerli yazar Ayla Kutlu’nun kaleminden çıkan, kitabın kapak yazısının son bölümü:
“Öyküler içinize buruk bir hüzünle mi yerleşiyor? Dile, cinselliğe, değişime, garipseme duygusuna, yalnızlığa, iletişimsizliğe… Bu olumsuzlukları gerçekleştiren engellere tam ortasından bakabilen, kabul etmeyişini ince sözcüklerle anlatan yazarın, bu küçücük kitabı, okuyanı düşüncelere salacak, ardında, ince bir sızıyla insanlık halleri hakkında düşündüğünü algılayan okurlar bırakacak.
Edebiyat başka ne yapmalı ki?”
Yaşamın acı ve acımazsız gerçekleri karşısında çoğu zaman insan da, edebiyat da çaresizdir. Ama birlikte direnmeleri olasıdır. Başka bir deyişle, insan gerçeklerin acıtıcılığına edebiyatla bir parça karşı koyabilir; gerçeklerin katılığını yumuşatıp dönüştürebilir, “acıyı bal eyleyebilir”.
Ü. Gülsüm Bülbül’ün, Mercan Öyküleri’nin büyük bölümünde yaratmaya çalıştığı ve en azından okuyucuya başarıyla aktardığı duygu bu gibi görünüyor.
Ayla Kutlu’nun belirttiği gibi, “Yazarın öyküye yaklaşımında ana izlek, küçük insanların yaşamları. Küçük, yoksul kızların, oğlanların, yaşamın baskısı karşısındaki ezilmiş kadınların duruşları, şaşkınlıkları ve kuşkuları… Bu insanlara eğilmeyi ve anlamayı sevdiği belli.”
Evet, Mercan Öyküleri’nin kahramanları, eşitliksiz, bencil toplumsal yaşamın haksızlıkları karşısında en zayıf, en korumasız konumdaki çocuklar ve kadınlardır. Bu, rastlantısal bir seçim değildir. Tersine yazarın, başta bu iki kesim olmak üzere ezilen, horlanan tüm insanların acılarına duyarlılığının öykülerine yansıması.
Nitekim kitaba da ilk öyküye de adını veren, öykünün kahramanı yoksul bir küçük çocuktur ve adı “Mercan”dır. Kitapta, kahramanı çocuk olan beş öykü daha var. A. Kutlu’nun, “Çocuk dünyasını seven, onu iyi tanıyan bir yazarın karşısındayız” dediği Ü. Gülsüm Bülbül “Bütün çocuklarıma…” diyerek kitabını da çocuklara ithaf etmiş. Böylece tüm çocukları, bir ana sevgisiyle kucakladığını duyumsatmış.
Kitaptaki 22 öyküden geriye kalanların -ikisi dışında- kahramanları kadınlardır. Toplumun eril ve cahil olmasından kaynaklanan,-eş ve oğul olarak erkeklerin sorunları da dahil – tüm olumsuzlukların çilesini çeken, fiziki ve manevi her türlü baskı ve şiddete maruz kalan, ezilen kadınlar… Bir bakıma, erkek egemen, geri kalmış toplumun “en alttakiler”i.
Kadın ve çocukları konu etmeleri ve yaşamdan, yaşanmışlıktan alınıp dönüştürülmüş olmaları, acı ve acıtıcı etkileri… Mercan Öyküleri’nin ortak noktaları. Bununla birlikte öyküler türdeş değil. Biçim yönünden de farklılıklar taşıyorlar. Örneğin Göz Boncuğu masalsıdır. Filburun “Kafka tarzı” özellikler de gösterirken, onunla birlikte Göz Boncuğu, Mercan II ve -kısmen de olsa- Bu Sabah Beni Kara Bir Karga Öptü fantastik unsurlar taşıyan öyküler. Yorgun Sinek, Can Eriği ve Plastik Muz tamamen mizahi değilse de güldürü unsurları yüklü.
Biçim denemeleri ise başta İkinci El olmak üzere Mercan I ve Kaplumbağa adlı öykülerde dikkat çekiyor. Siyah Eldiven ve Mercan III ise, derin anlamlı birer minimal öykü.
“Ü. Gülsüm Bülbül öykülerini oluştururken abartılardan, öykünün anlamını zayıflatan cafcaflı süslerden, lafı uzatmaktan uzak duran bir yazar” diyor Ayla Kutlu.
Bülbül’ün dili, yalın olduğu ölçüde acı, sevgi ve şefkat yüklüdür. Bunun başat nedenlerinden biri, yazarın bireysel ve toplumsal acılara duyarlılığı ise, diğeri de öykülerin, yaşamdan ve yaşanmışlıktan yansıyan acıların derin izlerini taşıması. Gerçek yaşamdan alınmış veya esinlenilmiş, yürekte damıtılarak dönüştürülüp kurgulanmış denebilir Mercan Öyküleri için. Kimi öykülerde yokluk yoksulluk, yerine göre sel, deprem, ensest, intihar, cinayet ve benzeri olayların acıları baskın. Kimi öykülerde ise yaşamdaki yeri doldurulamaz bir kaybın ardından çekilen ve her zaman, her yerde, her vesileyle nükseden, dinmeyen bir sızıyla hep kendini anımsatan acılar…
“Bir solukta okunabilen…” denir bazı kitaplar için. Mercan Öyküleri öyle değil. Öyle okunmamalı. Tersine, kitap değil, her öyküsü bir solukta okunmalı. Sonra durup soluklanmalı, yüreğe işleyen acısı usulca sindirilmeli.
Mercan Öyküleri’ndeki 22 öykü okunup kitabın kapağı kapatıldığında kalan ve uzun süre duyumsanan, yürekte sızıyla karışık bir lezzet; buruk bir acı-lezzet.
(*) Ü. Gülsüm Bülbül, Mercan Öyküleri, Kanguru Yayınları, Nisan 2013,
Seta aşağıda belirtilen kapsamda bir etkinlik yapacak. Tabii ki, orada olacağım. Zira mesele önemli. Bakalım önerilen sistem ne, üniversitelerin insan kaynakları politikaları nasıl şekillenmeli konusunda söylenecekler ne. Mevzu tabii ki, maaşta kilitleniyor ancak en az onun kadar önemli olan akademik özgürlük, öğretim üyesini motive edici sistemin kurulması ve yükselme için net kriterlerin oluşturulması bence.
Detaylar aşağıda ve linkte.
http://setav.org/tr/ulusal-ve-uluslararasi-karsilastirmalarla-ogretim-uyeligi-maasi/etkinlikler/6994
Türkiye yükseköğretim sisteminde öğretim üyesi maaşları, Türkiye’deki diğer kurumlar ya da farklı ülkelerdeki üniversitelerde çalışanlarla karşılaştırıldığında rekabet edilebilir düzeyde değildir. Bundan dolayı üniversiteler yetenekli bilim insanları için cazibe merkezi olamamıştır.
Türkiye yükseköğretimi mevcut potansiyelini daha etkili hale getirmek ve son yıllarda yakaladığı büyüme trendini uzun vadede sürdürmek için etkin insan kaynakları politikalarına ihtiyaç duymaktadır.
SETA, “Ulusal ve Uluslararası Karşılaştırmalarla Öğretim Üyeliği Maaşı’’ raporu bu hususa dikkat çekmekte ve öğretim üyeliği maaşlarına yönelik gerçekleştirilebilir politika önerileri sunmaktadır.
Prof.Dr. Tekin Akgeyik’in hazırladığı “Ulusal ve Uluslararası Karşılaştırmalarla Öğretim Üyeliği Maaşı” raporu, YÖK Başkanı Prof.Dr. Gökhan Çetinsaya’nın da katılacağı toplantıda detaylı olarak ele alınacaktır.
Albümü geçen hafta aldım. Alırken “acaba hala bir CD’ye 20 TL veren kalmış mıdır?” diye kendi kendime soruyordum. Bu albüm tabii ki çok farklı, herhangi bir albüm değil. Tabii ki, bir bedel biçilmesi anlamlı değil. Ancak şu da bir gerçek ki, bu devirde müzik sektöründe satış stratejileri çok değişti. Eski satış rakamlarının yakalanması mümkün değil falan filan. Ancak arabaya taktıktan sonra CD’yi bazı insanların gerçekten özel olduğunu yeniden hatırladım ve iyi ki almışım dedim.
Aysel Gürel’in kızının (Müjde Ar olmayan) Cüneyt Özdemir ile röportajını dinledikten sonra almaya karar verdiğim albüm gerçekten müthiş. Aysel Gürel’in niçin bu sözleri yazabildiğini kızının “Aysel’in Türkiye’de gezip görmediği herhangi bir pazar yoktur” lafı ile anlayabiliyorsunuz zaten. Sözler çok anlamlı ancak hiç de ukalaca değil ve çok acıklı olsa da ajite etmiyor. Çok güldürse de illaki bir yere dokunduran cinsten. Toplumun bütün sınıflarına hitap ediyor asla elitist değil, ama bir yandan da asla duygu sömürmüyor.
Yaklaşık 5 gündür arabaya binsem de, “Sultan Süleyman”ı bir kez daha dinlesem diye trafiğe çıkmayı iple çekiyorum. Albümde benim favorim “Sultan Süleyman”. Popüler kısmı ise Tarkan’ın seslendirdiği “Firuze” ve Ata Demirer’in kendi tarzını yansıttığı “Sitem”. Ama dinlerken “bu da mı onun şarkısıymış” lafı birçok kez ağzınızdan dökülüyor. Birazda duygusal anınızdaysanız “Ünzile” ve “Sultan Süleyman”ı arka arkaya dinlemeyin derim. Ateş Böceğim’de onun şarkısıymış albümde yok ama şöyle bir bakınca hakikaten insan “ne kadınmış” diyor. Boşuna yakın çevresi “Deli Aysel” demiyormuş.
Karşılaştırma yapmak tabii ki anlamsız ama Aysel Gürel’in şarkı sözlerine odaklanınca “Aşk bu kızıl ötesi yaralı müzesi hareket edemem” tarzı sözlerin değerini ve amacını bir kez daha ve net bir şekilde anlayabiliyor insan.
Nur içinde yatsın, Türkiye açısından çok önemli bir renk ve değerdi.
Sitemde bu sefer yeni bir misafir yazarım var. Ve bu kez bir de nickname’i var. Kendisine çok teşekkür ediyorum beni yalnız bırakmadığı için. Yetersiz Bakiye’nin yazıları oldukça ilgi çekecektir diye düşünüyorum.
Makro’nun Gücü Mikro’nun Süsü
Bilindiği gibi ülkemizde İktisadi İdari Bilimler Fakülteleri’nde çok ciddi sayıda öğrenci eğitim almaktadır. Çeşitli sitelerden edinilebilecek bilgiler doğrultusunda oldukça şaşırtıcı verilerle karşılaşmak mümkündür; 2011-2012 öğretim yılında 271.395 örgün İ.İ.B.F öğrencisi varken 1.217.970 A.Ö.F. öğrencisi mevcuttur. Diğer fakültelerdeki öğrenci sayısı toplam 312.796’dir. Peki, bu kadar mezun ne işle iştigal etmektedir? Mezunların içerisinden yaklaşık 350.000 kişinin hali hazırda düzenli bir işi olmadığı biliniyor. Geriye kalan kişiler içerisinde kendisine bankacılığı meslek edinenlerin sayısı da az değildir. Mart 2013 itibariyle 188.748 çalışanı bulunan bankacılık sektöründe yaklaşık 130.000 çalışanın İdari Bilimler Fakülteleri’nin 4 yıl eğitim veren bölümlerinden mezun oldukları tahmin edilmektedir. Bu yazımızda banka çalışanlarının sorunlarına değinmeye çalışacağız.
Banka çalışanlarını genel müdürlük birimlerinde çalışanlar ve şube çalışanları olarak ikiye ayırmak mümkündür. GM birimlerinin müşterileri genellikle şubelerdir, ulaşım için servis imkânı sağlandığından işe geliş gidiş saatleri bellidir. Yıllık izin dönemlerinde, doğum, taşınma gibi mazeret izinlerinde çok sıkıntı çekmezler. Uzmanlık ve üzeri kadrolarda Türkiye şartlarında tatminkâr ücretlerle çalışıldığını söylemek çok da yanlış olmaz.
Gelelim şube çalışanlarına;
Şube çalışanlarının maalesef çıkış saatleri belli değildir. Son dönemde yoğun bir biçimde Çalışma Bakanlığı iş müfettişlerinin saat 18.00’den sonra açık banka şubelerine baskın yaptıkları haberleri birkaç günlüğüne duyulmuş olsa da bugünlerde o söylentinin de pek esamesi kalmamıştır. Saat 18.00’den sonra fazla çalışma ücreti ödenmesi gerekiyor olmasına rağmen tam olarak ödeme yapan banka sayısı yok denilebilecek kadar azdır. Her yeni şube açılışında pazarlama faaliyetleri daha da güçleşmekte ve daha yoğun mesai harcanması gerekmektedir. Son 2-3 yıldır hafta sonu çalışmaları da rutin hale gelmiştir lakin çalışanların daha önemli sorunları vardır. Son yıllarda giderek artan Türk bankalarının yabancı bankalara satılmasından sonra çalışanların üzerinde inanılmaz hedef baskıları oluşmaya başlamıştır. Yatırımcıların satın alırken ödedikleri bedelleri kısa zamanda geri almak istemeleri ve ülkemizde özel sektör çalışanlarının hiçbir hakkı ve savunucusu olmaması nedeniyle yüzyıllar önce sona eren kölelik düzeni yeniden canlandırılmıştır. Asli görevi banka çalışanlarının haklarını savunmak olan sendikalar patronlarla bir olmuşlar ve üyelerinin haklarını görmezden gelmektedirler.
Yazıma burada son verirken eklemek istediğim bazı hususlar var; bu yazılanlar tabiidir ki tüm bankaların tüm şubeleri için geçerli değildir fakat yüzlerce şubeleri olan, reklamlarda sürekli gülen, jilet gibi giyinen güzel/yakışıklı çalışanlara sahip bankaların çoğu şubesi bu haldedir.
Bir sonraki yazımızda yine banka çalışanlarının sorunlarını işlemeye devam edeceğiz.
Hoşçakalın.
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Araştırma Topluluğu üyelerince bölümümüzü tanıtmak adına hazırlanan ve bölüm hocalarımızın ve biz araştırma görevlilerinin ÇEKAT üyelerince hazırlanan sorulara verdikleri yanıtlardan oluşan tanıtım filmi yayında.
Bölümümüzü tercih etmeyi düşünen öğrenciler için faydalı olmasını diliyor, emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Canım Annemin “Mercan Öyküleri” kitabı kitapçılardaki yerini aldı. Annemin kitabıyla ilgili www.edebiyathaber.net sitesinde çıkan habere aşağıdaki linkten ulaşılabilir.
“Temiz” Kıyafet 1989’dan bu yana faaliyette bulunan bir sivil toplum örgütü. Amaçları ise küresel tekstil sektöründe çalışma koşullarının geliştirilmesi. Bu kapsamda önemli mücadelelerde bulunan sivil toplum örgütünün en dikkat çekici önerisi tüm Asya için bir asgari ücret. Videoda bunun nasıl olması gerektiği ve niçin gerekli olduğu uzunca anlatılıyor.
Özellikle son dönemde yaşanan ölümlü iş kazalarının bilinen büyük tekstil ve moda markalarının üretim merkezlerinde gerçekleştiğini afişe ederek sesini duyuran sivil toplum örgütü, Asya’daki çalışma koşulları, cinsiyet eşitliği, asgari ücret gibi çalışma hayatına ilişkin önemli düzenlemeleri için faaliyetlerde bulunuyor.Clean Clothes Campaign’e web sayfaları vasıtasıyla destek vermek mümkün. Bu kapsamda “clean” olmayan markalardan alışveriş yapmayı birkez daha düşünmek gerekiyor. Aşağıdaki linkten ayrıntılı bilgi edinilebilir.
http://www.cleanclothes.org/
Asya taban asgari ücret düzenlemesinin niçin gerekli olduğu ile ilgili güzel animasyon videosu buradan izlenebilir.
Türkiye’de genç işsizliği sempozyumu 9 tebliğ, 1 değerlendirme konuşması ile faydalı bir şekilde tamamlandı.
Hakan Ercan Hoca’nın “kaç tane daha halı dokuma kursu açmamız gerekiyor” sorusu, Erdinç Hoca’nın sanayi devrimi – herkes için eğitim ilişkisi noktasındaki değerlendirmeleri, Levent Şahin Hoca’nın karşılaştırmalı analizi ve Recep Varçın Hoca’nın İŞKUR’un kurumsal hafızası olarak yaptığı değerlendirmeler sempozyumdan akılda kalanlardı.
Naci Gündoğan Hoca’nın değerlendirmeleri ve Cem Kılıç Hoca’nın yönetiminde güzel bir sempozyum geride kaldı. Tebliğlerin metin hale dönüştürülmesi uzun süreceği için ben kendi sunumumu buraya ekliyorum. Merak edenler aşağıdaki linkten ulaşabilir.
28.05.2013 Salı Günü Düzenlenecek Türkiye’de Genç İşsizliği Sempozyumu’nun Planı aşağıdaki gibidir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi’nde gerçekleştirilecek sempozyum Prof. Dr. Naci Gündoğan’ın Genel Değerlendirmesi ile sonlanacak.
TÜRKİYE’DE GENÇ İŞSİZLİĞİ SEMPOZYUMU
PROGRAM:
09.00-09.30 KAYIT
09.30- 10.30 AÇILIŞ VE PROTOKOL KONUŞMACILARI
ÇASGEM Başkanı
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardımcısı
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sn. Faruk ÇELİK (teşrifleri halinde)
10.30-10.45 Ara
10.45- 12.15 1.OTURUM: İKTİSADİ VE SOSYAL AÇIDAN GENÇ İŞSİZLİĞİ
OTURUM BAŞKANI: PROF. DR. CEM KILÇ
- Doç. Dr. Levent ŞAHİN: Türkiye’de Genç İşgücünün AB Üyesi Ülkelerle Karşılaştırmalı Analizi
- Doç. Dr. Erdinç YAZICI: Türk Eğitim Sisteminin Yapısal Özellikleri Bağlamında Genç İşsizlik Sorunu
- ÇSG Eğitim Uzman Yrd. Betül DÖNMEZ ORAL: Genç İşsizliği Sorununa Yönelik Düzenlemeler
- Doç. Dr. Hakan ERCAN: Genel Olarak ve Türkiye’de Genç İşsizliğinin Ortaya Çıkış Nedenleri
12.15-12.45 Soru/Cevap
12.45-13.45 Öğle Yemeği
13.45- 15.30 2. OTURUM: GENÇ İŞSİZLİK SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE YÖNELİK POLİTİKALAR: ULUSAL VE ULUSLARARASI KURULUŞLARIN ROLÜ
OTURUM BAŞKANI: PROF. DR. NACİ GÜNDOĞAN
- OZAN ÇAKMAK (ILO): Genç İşsizlik Sorununun Çözümünde ILO Bakış Açısı
- Berna BAYAZIT (UNDP): Genç İşsizlik Sorununun Çözümüne Yönelik Uluslararası Politikalar
- Araş. Gör. Okan Güray BÜLBÜL: Türkiye’de Genç İstihdamının Durumu ve İyi Uygulama Örnekleri
- Prof. Dr. Recep VARÇIN: Genç İstihdamının Teşvikine Yönelik Sosyal Politikalar
- İŞKUR: Genç İşsizlik Sorunun Çözümüne Yönelik Ulusal Politikalar
15.30-15.45 Ara
15.45-16.15: Prof. Dr. Naci GÜNDOĞAN: Genel Değerlendirme ve Kapanış
Anneler günü vesilesiyle her sene tekrarlanan bir komediye ait sevgili annemin öyküsünü, herkes küçük ev aletlerini evlerine götürdükten sonra siteme koymak istedim. Bu vesileyle hayattaki en sağlam dayanağım, pusulam, her daim sevgimi eksik gösterebildiğim ama her daim fazlasıyla sevgi gördüğüm annemin anneler gününü tekrar kutluyorum.
ANNENİZE KÜÇÜK EV ALETLERİ
Ne zaman anneler günü yaklaşsa televizyonda bir reklam furyası başlar. “Annenize, anneler gününde küçük ev aletleri alın, annenizi zahmetten kurtarın.” Bunun gibi cümleler ve anneyle çekilmiş görüntüler yaklaşık bir ay kadar sürer. Çocuklara büyük kolaylık sağlar bu reklam görüntüleri. Annelere hediye seçmek zordur.
O da öyle yaptı.
Maaş almaya başladığı ilk yıl, anneler gününde annesine çatal kaşık takımı hediye etti. Pırıl pırıl parlıyordu, ayna gibi. Annesi o gün onun sevdiği yemekleri hazırladı. Kızının aldığı çatal kaşık takımını masaya dizdi. Oturdular, kaşıkların üstünde kendini gördü. Beğendi, kıvandı.
O gün aklına geldikçe annesinin, başında bir toka yerine, çatal olduğunu hayal eder.
Ertesi yıl, televizyonda yine reklamlar başladı. “Annenize anneler gününde küçük ev aletleri alın, ona hayatı kolaylaştırın.” Annesine bir karıştırıcı aldı. Annesi akşama mis kokulu bir kırmızı mercimek çorbası pişirdi. Karıştırıcıdan geçirdi. Yemekte kızına teşekkür etti. Beğenilmişti çorbası. Kızı gururluydu. Epeyce bir para ödemiş ve annesi beğenmişti hediyesini.
O gün aklına geldikçe içi cız eder. Kafasının içinde, annesi, karıştırıcının kordonu ile mutfak kapısına bağlanmıştır.
Bir sonraki yıl da reklamlar hiç aksatmadan tam zamanında televizyonda yerini aldı. Hiç kimseye anneler gününü unutması için fırsat vermedi. “Anneler gününde annenize küçük ev aletleri alın, onu rahata kavuşturun.”
O yıl paraya kıydı, reklamlar her ne kadar küçük ev aletleri alın diyorsa da, terfiden aldığı zammı da düşündü ve hediyeyi biraz daha büyüttü. Gitti bir pres ütü aldı annesine. Çok sevindi annesi. Evde hiç sevmediği iş ütü yapmaktı. Hemen kurulum yapıldı. Kızına; ”Getir, pantolonlarını ütüleyeceğim” dedi. Kız koştu, bütün dolabı boşalttı. Fırsat bu fırsat annesi aşka gelmişken ne var ne yok ütületti. Annesi de işleri kolaylaştığı için kızına minnettardı.
O günü hatırladığında ütünün preslendiği yerde annesi vardır. Dümdüz, sıcak, sesi soluğu çıkmayan, hayatta hep ütülü annesi.
Yıllar böyle geçerken annesinde de yaşlılık izleri görünmeye başladı. Arkadaşlarından havuç kürünün unutkanlığı önlediğini duymuştu. O yıl seçenekler daha da çoktu. Televizyon reklamları da bunu duyurmaya devam ediyordu. “Annenize anneler gününde küçük ev aletleri alın, çekilişten bir de seyahat kazanın.” Kredi kartı sağ olsun. Nasıl olsa ödenir. Annesi için değmez mi? Sever annesini, bonkörlük etti. Gitti bir katı meyve sıkacağı aldı. O akşam herkese meyve suyu hazırladı. Sevindi annesi, bütün gün çalışmış donatmıştı masayı. Kızının iyi bir işi, iyi bir maaşı vardı. Çok da düşünceliydi. Meyve suyu birkaç gün daha sofrayı süsledi ama, bu iş meşakkatliydi. Unutuldu.
Anneler gününden bir iki gün sonra telefonu çaldı. Anneler günü alış – veriş çekilişinden seyahat kazanmıştı. Çok sevindi. “Şanslıyım, iyi evlat annesine hediye aldı, tanrı da onu ödüllendirdi” dedi. Kızı, arkadaşıyla birlikte hazırlıklarını yaptı, annesi çok yorulmuştu ama değmişti. Bedava seyahat bu yoğun iş ortamında ilaç gibi geldi. Dönüşte annesi, yine yıkar, kurutur, ütüler nasıl olsa. Şimdi eğlenmek ve dinlenmek zamanıydı.
Annesi mutlu ama buruktu. “Keşke bana, eflatun renkli, arkası fiyonklu bir çorap alsaydı, pantolonumun altından görünseydi, bluzumla aynı tonda olsaydı, içim kıpırdardı. Herkes görsün diye zıplardım. Kızım beni şımarttı derdim.
İşportadan bir toka alsaydı, kızım gibi başımda taşırdım. Saç tellerim yaşam telim olurdu.
Bana bir sakız alsaydı, çilek kokulu, kızım kokulu, çiğner, balonlar şişirir patlatır, kahkahalar atardım. Hiç çürümesin diye ağzımdan çıkarır kendi kağıdına tekrar sarar, kimse görmeden kızım kokulu sakızımı tekrar çiğnerdim” diye düşündü.
Kızı çılgınlar gibi gezdi, eğlendi alış veriş etti. Dönüş günü annesine hiçbir şey almadığı aklına geldi. Parası ve zamanı kalmamıştı.
Annesi de fırsattan istifade anneannesinin yanına gitmişti. “Beni unutmuştur, hem de affeder dedi.” Tanırdı annesini.
Annesi de kendi annesinin yanındaydı. Ona kendi yazdığı cümleyi götürüp vermişti.
Aslında almak istediği tek hediye de böyle bir şeydi.
“Annem. Anneliğin, her geçen gün, büyüdü, genişledi. Küçükken, büyükken ve hiç büyümezken hep annemsin. Elimi bırakma. Sen hep önümde ve arkamdasın. Sağ ol. “
1 Mayıs 2009
Ü. Gülsüm Bülbül
Uluslararası Çalışma Örgütü Gençler İçin Küresel İstihdam Eğilimleri Başlıklı raporunu yayımladı. Raporda önemli tespitler söz konusu.
Raporun önemli tespitleri için aşağıdaki video takip edilebilir. Özeti ve tam metni de yine aşağıdaki linklerden ulaşılabilir.
wcms_212423 wcms_212899
Ücretsiz gençlik treni ile Balkanlar’ı ve Türkiye’yi gezme fırsatı. Gençlerimiz için önemli bir fırsat olabilir. Özellikle süreç bu yönde giderken ve ileride ne olacağı bilinmezken, Dicle Gençlik treninin programı değerlendirilmeli bence.
Ayrıntılara buradan ulaşılabilir.
2013’ün 1 Mayısının Taksim’in bu haliyle Taksim’de kutlanması şart mıydı?
El Cevap – Hayır
Konfederasyonlar kendi aralarında anlaşsaydı Taksim’de 100.000 kişi değil ama 35.000 kişiyle bu gün kutlanabilir miydi?
El Cevap- Evet
Konfederasyonlar bu makul kutlamayı istemek yerine, gerilim ve uzlaşmamayı istedi mi?
El Cevap – Evet
Polisin bu derece sert müdahale etmesi gerekir miydi?
El Cevap – Kesinlikle Hayır
Bu durumun böyle olacağı bilinerek sert müdahale edilmesi gerektiği söylendi mi?
El Cevap – Kesinlikle Evet
1 Mayıs’ın sendikalar ve konfederasyonlarca Taksim’de kutlanmasının hükümet protestosuna dönüşmesinden korkulduğu için mi bu derece sert müdahale edildi?
El Cevap – Kesinlikle Evet
Kim bu durumdan karlı çıktı?
El Cevap – Kimse
Sonuç itibarıyla “emek” bu günden dayanışma ve birlik veya herhangi bir sendikal bilinç geliştirerek emeğin sorunlarını gündeme taşıyarak günün anlamını değerlendirebildi mi?
El Cevap – Kesinlikle Hayır
1977’de meydana ateş edenler halen bulunamadı mı?
El Cevap – Burası Türkiye…
Emeğin bayramını layıkıyla kutlayabildiğimiz, muassır medeniyet seviyesine ulaşabildiğimiz, sivil toplumdan korkmadığımız, sivil toplumunda kendisini disipline edebilen ve ne istediğini bilen mekanizmalar haline gelmesi dileğiyle
Emeğin bayramı kutlu olsun…